top of page

ARİSTOTELES: HAKİKİ MUTLULUK


ARİSTOTELES : Hakiki Mutluluk

"Bir bulutla kış olmaz, bir çiçekle yaz gelmez." Kulağa William Shakespeare ya da başka bir ünlü şaire ait olabilecekmiş gibi gelen bu söz aslında Aristoteles'in, oğlu Nikhomakhos'a adadığı Nikhomakhos'a Etik adlı kitabından alınmıştır. Aristoteles bu sözle şunu kastedi­yordu: Nasıl açan bir tek çiçek ya da yaşanan bir tek sıcak gün yazın geldiğini kanıtlayamaz- sa, size haz veren birkaç anın ardından da ha­kiki mutluluğu bulduğunuzu söyleyemezsiniz. Ona göre hakiki mutluluk kısa süreli bir haz değildir. Şaşırtıcı bir şekilde, çocukların mutlu olamayacağını düşünür. Bu kulağa saçma ge­lir. Eğer çocuklar da mutlu olamazsa, kim mut­lu olabilir? Buradan hareketle onun mutluluk anlayışının bizim mutluluk anlayışımızdan ne kadar farklı olduğunu anlıyoruz. Çocuklar ya­şamlarına daha yeni başlamışlardır ve bu yüz­den herhangi anlamda eksiksiz bir yaşama sa­hip değillerdir. Aristoteles hakiki mutluluğun daha uzun bir yaşam gerektirdiğini öne sürer.

Aristoteles, Platon'un, Platon da Sokrates'in öğrencisiydi. Dolayısıyla bu büyük düşünür­ler bir zincirin halkalarını oluşturur: Sokrates-Platon-Aristoteles. Zaten hep böyle değil midir? Dâhiler genellikle yoktan var olmazlar. Çoğunun onlara ilham veren bir hocası olmuş­tur ancak bu üç düşünürün düşünceleri birbi­rinden çok- farklıydı. Öğrendiklerini papağan gibi yinelememişlerdi. Her birinin özgün bir yaklaşımı vardı. Basitçe ifade edersek, Sokra­tes iyi bir konuşmacı, Platon başarılı bir yazar, Aristoteles ise her şeyle ilgilenen biriydi. Sokrates ve Platon gördüğümüz dünyayı, yalnızca soyut felsefi düşünceyle ulaşılabilecek olan hakiki gerçekliğin soluk bir yansıması olarak düşünüyordu; Aristoteles ise tam aksine, çev­resindeki her şeyin ayrıntısıyla büyülenmişti.

Ne yazık ki, Aristoteles'in günümüze kalan neredeyse tüm eserleri ders notları şeklinde­dir. Yine de onun düşüncesinin bu kayıtları, çoğunlukla kuru bir üslup taşımalarına rağ­men Batı felsefesi üzerinde olağanüstü bir etki bıraktı. Aristoteles yalnızca bir filozof değildi, aynı zamanda zooloji, astronomi, tarih, politi­ka ve dramayla da ilgilenmişti.

İÖ 384 yılında Makedonya'da doğan Aris­toteles, Platon'la birlikte çalıştıktan ve Büyük İskender'e hocalık yaptıktan sonra Atina'da Lykeion denilen kendi okulunu kurdu. Burası an­tik dünyanın en ünlü öğretim merkezlerinden biriydi ve bir parça modern üniversitelere ben­ziyordu. Aristoteles'in Lykeion'dan dış dünya­ya yolladığı araştırmacılar politik toplumdan biyolojiye kadar her alanda yeni bilgilerle oku­la geri dönüyordu. Ayrıca muazzam bir kütüp­hane de kurmuştu. Raffaelo tarafından yapılan ünlü Rönesans resmi Atina Okulu'nda Platon, Formlar dünyasına doğru yukarıyı işaret ederken, Aristoteles ise tam tersine elini önündeki dünyaya uzatır.

Platon oturduğu yerden felsefe yapmaktan hoşnut olabilirdi ama Aristoteles duyularımız­la deneyimlediğimiz gerçekliği keşfetmek isti­yordu. Hocasının Formlar Teorisini reddetmiş, bunun yerine, herhangi bir genel kategoriyi anlamanın yolunun, onun tikel örneklerini incelemek olduğuna inanmıştı. Yani bir kedinin ne olduğunu anlamak istiyorsanız kedi Formu hakkında soyut düşünmek yerine, gerçek kedilere bakmalıydınız.

Aristoteles'in üzerinde durduğu sorulardan biri de "Nasıl yaşamalıyız"dı. Bu soruyu ondan önce Sokrates ve Platon da sormuştu. Aslında buna cevap verme ihtiyacı, insanları en başta felsefeye yönelten nedenlerden biridir. Aristo­teles'in de kendine özgü bir cevabı vardı. En yalın haliyle de şuydu: Mutluluğu arayın.

Peki, bu "mutluluk arayışı" ne anlama ge­lir? Günümüzde mutluluğu arayın dediğinizde çoğu kişi eğlenebilmenin bir yolunu düşünür. Belki de sizin için mutluluk, egzotik tatillere çıkmak, müzik festivallerine ya da partilere gitmek ya da arkadaşlarınızla zaman geçir­mektir. Sevdiğiniz kitapla bir yere kıvrılmak ya da bir sanat galerisini gezmek anlamına da gelebilir. Aristoteles'e göre tüm bunlar iyi bir yaşamın parçası olabilirdi ama yaşamanın en iyi yolunun dışarıya çıkmak ve haz aramak olduğuna kesinlikle inanmıyordu. Aristote­les'e göre bu tek başına iyi bir yaşam olmaz­dı. Aristoteles'in kullandığı Yunanca sözcük ("you-die-moania" diye telaffuz edilen, fakat anlamı zıt olan) eudaimonia idi. Sözcük bazen "mutluluk"tan ziyade "serpilme" ya da "başarı" olarak da çevrilir. Eudaimonia mango aromalı dondurma yediğinizde ya da tuttuğunuz takım maçı kazandığında tadacağınız hoş hislerden daha fazlasıdır. Gelip geçici mutluluk anları ya da kendinizi nasıl hissettiğinizle ilgili değildir. Bundan daha nesneldir. Günümüzde mutluluk dediğimizde aklımıza kendimizi nasıl hissetti­ğimizden başka bir şey gelmediği için onu kav­ramak epey güçtür.

Bir çiçek düşünün. Onu sular, yeterince ışık almasını sağlarsanız, yavaş yavaş büyüyen bir filizin çiçek açmasını sağlayabilirsiniz. Ama onu ihmal eder, karanlıkta bırakır, böceklerin yapraklarını kemirmesine izin verirseniz ölür ya da en iyi ihtimalle çirkin bir ota dönüşür. İnsanlar da çiçekler gibi gelişirler, ancak- çi­çeklerden farklı olarak kendi seçimlerini ken­dileri yaparlar: Ne yapacağımıza ve olacağımı­za kendimiz karar veririz.

Aristoteles insan doğası diye bir şeyin oldu­ğuna, adını koyacak olursak, insanın bir işlevi olduğuna inanıyordu. Bize en uygun olan bir yaşam biçimi vardır. Diğer hayvanlardan ve başka her şeyden ayrı olarak, ne yapmamız ge­rektiğini düşünüp akıl yürütebiliriz. Buradan hareketle Aristoteles bir insan için en iyi ya­şam şeklinin aklımızın güçlerini kullandığımız bir yaşam olduğu sonucuna varmıştır.

Şaşırtıcı bir şekilde Aristoteles hakkında bilmediğimiz şeylerin -hatta ölümümüzden sonraki olayların bile- eudaimoniamıza kat­kı bulunabileceğine inanıyordu. Bu size garip gelebilir. Ölümden sonra yaşam olmadığını düşünürsek, siz yokken olan şeyler mutlulu­ğunuzu nasıl etkileyebilir ki? Bir ebeveyn ol­duğunuzu düşünün ve mutluluğunuz kısmen çocuğunuzun geleceği için beslediğiniz umut­lara dayansın. Çocuğunuz sizin ölümünüzden sonra ciddi bir hastalığa yakalanırsa, eudaimoniamız bundan etkilenecektir. Aristoteles'e göre, siz hayatta olmasanız ve çocuğunuzun hastalığından aslında haberdar olmasanız bile yaşamınız kötüye gitmiş olacaktır. Bu ör­nek mutluluğun sadece nasıl hissettiğinizle ilgili bir mesele olmadığını açıkça ortaya ko­yar. Bu bağlamda düşünüldüğünde mutluluk, yaşamdaki tüm başarılarınız, önemsediğiniz insanların başına gelenlerden etkilenebilecek bir şeydir. Kontrolünüz ve bilginiz dışındaki olaylar mutluluğunuzu etkilemektedir. Mutlu olup olmadığınız kısmen iyi şansa da bağlıdır.

Temel soru şudur: "Eudaimonia şansımı artırmak için ne yapabilirim?" Aristoteles bu soruya, "Doğru karaktere sahip olun" karşılığını verir. Doğru zamanda doğru duyguları hissetmeniz gerekir, bunlar da sizi doğru dav­ranmaya götürür. Bu kısmen nasıl yetiştirilmiş olduğunuzla ilgili bir meseledir, çünkü uygun alışkanlıkları geliştirmenin en iyi yolu, onları küçük yaşlarda edinmektir. Şans burada da devreye girer. İyi davranış kalıpları erdemleri, kötü olanlar ise kusurları doğurur.


Savaş zamanındaki cesaret erdemini düşü­nün. Bir asker, bazı yurttaşların hayatını sal­dırıya geçen ordudan kurtarmak için belki de kendi hayatını tehlikeye atmak zorunda kalır.

Gözü kara kişi kendi güvenliğini hiç önemse­mez. Hatta muhtemelen gerekli olmadığı du­rumlarda bile kendini tehlikeye sokabilir. Ne var ki bu gerçek cesaret değil, umarsızca ris­ke girmektir. Diğer uçta ise, korkak bir asker korkusunu yenip gerekeni yapamaz ve ona en fazla ihtiyaç duyulan anda korkudan donaka­lır. Aynı durumda cesur ya da yiğit kişi de kor­ku duyabilir, ancak korkusunu yenip harekete geçmeyi de bilir. Aristoteles her erdemin bunun gibi iki uç arasında olduğunu düşünmüştür. Burada cesaret, gözü karalık ile korkaklık arasında ortada bir yerdedir. Bu, Aristoteles'in Altın Orta öğretisi olarak da bilinir.

Aristoteles'in etiğe yaklaşımı sadece tarih­sel açıdan ilgi çekici değildir. Birçok modern filozof, erdemleri geliştirmenin önemi konu­sunda Aristoteles'in haklı olduğuna, mutlulu­ğun ne olduğuna ilişkin görüşünün eksiksiz ve ilham verici olduğuna inanır. Yaşamdan aldı­ğımız hazzı artırmanın yollarını aramak yeri­ne, daha iyi bir insan olmaya ve doğru şeyleri yapmaya çalışmalıyız. Yaşamı daha iyi kılan şey budur.Tüm bunlar, aklınıza Aristoteles'in sadece kişisel gelişimle ilgilendiği düşüncesini getire­bilir. Ancak işin doğrusu öyle değildir. İnsanın politik bir hayvan olduğunu öne sürer Aristo­teles. Diğer insanlarla birlikte yaşayabilme­ye, doğamızın karanlık tarafını bastıracak bir adalet sistemine gerek duyarız. Eudaimonia sadece toplum içindeki yaşamla ilişkili olarak elde edilebilir. Birlikte yaşarız ve iyi düzenlen­miş politik bir devlette etrafımızdakilerle iyi etkileşim yoluyla mutluluğumuzu bulmamız gerekir.

Aristoteles'in dehasının tek bir talihsiz yan etkisi vardı. Öyle zekiydi ve araştırmaları öyle kapsamlıydı ki, eserlerini okuyanların çoğu onun her konuda haklı olduğuna inandılar. Bu durum, Sokrates'in başlattığı gelenek içindeki felsefe ve ilerleme açısından kötüydü. Ölümün­den yüzyıllar sonra bile Aristoteles'in dünyaya ilişkin görüşleri, çoğu âlim tarafından sorgu­suz sualsiz kabul edildi. Aristoteles'in bir ko­nuda bir şey söylediğini kanıtlayabilmek on­lar için yeterliydi. Bu, kimi zaman "otoritenin doğrusu" diye adlandırılan şeydir, önemli bir "otorite" doğru olduğunu söylediği için bir şe­yin doğru olması gerektiğine inanmak anlamı­na gelir.

Yüksek bir yerden aynı boyutta bir ahşap ve metal parçası atsaydınız ne olurdu dersiniz? Yere ilk düşen hangisi olurdu? Aristoteles ağır olanın, metal parçanın daha hızlı düşeceğini düşünmüştü. Aslında olan bu değildi. İkisi de aynı hızda düşüyordu. Ama Aristoteles doğ­ru olduğunu söylediği için, ortaçağda herkes de bunun doğru olması gerektiğine inanıyor­du. Başka bir kanıta gerek yoktu. On sekizinci yüzyılda Galileo Galilei'nin bunu sınamak için eğik Pisa Kulesinden ahşap bir topu ve savaş güllesini aşağı bıraktığı söylenir. İkisi de aynı anda yere ulaştılar. Yani Aristoteles yanılmıştı. Ne var ki, bunu çok daha önce göstermek de gayet kolay olurdu.

Başka birinin otoritesine güvenmek, Aristo­teles'in araştırmasının doğasına tamamen a­kırıydı. Felsefenin doğasına da aykırıydı. Oto­rite tek başına hiçbir şeyi kanıtlamaz. Aristoteles'in kendine özgü yöntemleri soruşturma, araştırma ve açık bir şekilde akıl yürütmeydi. Felsefe tartışmayla, yanlış olma olasılığıyla, karşıt görüşlerle ve keşfedilen alternatifler­le gelişir. Neyse ki her çağda başka insanla­rın böyle olması gerek dediği şeyler hakkında eleştirel düşünmeye hazır filozoflar vardı. He­men hemen her konu hakkında eleştirel düşün­meye çabalayan şüpheci filozoflar.


1.466 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page