“Gerçek dünya” diye bildiğimiz dünyanın bir simülasyondan ibaret olmadığına yüzde yüz emin olabilir miyiz?
Acaba bir simülasyon İçinde mı yaşıyoruz?
Buna en yakın deneyimi esasında uykuda deneyimleriz: Söz gelimi kâbus görürken zihnimizin ürettiği bir simülasyonun içinde debelendiğimizin farkında olmadığımıza göre hissettiğimiz heyecan, korku, sevinç gibi duyguların gerçek olmadığını söylemek nasıl mümkün olabilir? Ancak uyandığımız anda tüm bunların gerçeklikten kopuk imgeler olduğunu anlarız ve simülasyon yerini gerçek dünyaya bırakır, Peki "gerçek dünya" diye bildiğimiz dünyanın bir simülasyondan ibaret olmadığına yüzde yüz emin olabilir miyiz?
Cevabı kestirmeden vereyim: Hayır olamayız.
Her ne kadar az çok makul insanlar olarak günlük hayatımızı simülasyon olmadığı varsayımıyla yasa sak da elimizde simülasyon teorisini kesin olarak yanlışlayabilecek bilimsel ya da düşünsel bir kanıt yok Dahası böyle bir kanıta bizi götürebilecek bir yöntem de yok. Şöyle düşünelim: Simülasyon varsayımını çürüten herhangi bir kanıtın simülasyonun gerçekçiliğini arttırmak üzere oraya bilinçli bir seklide yerleştirilmediğine nasıl emin olabiliriz? Kısacası şimdilik konuya dair en sağlam argümanımızın "Yok canım, öyle saçma şey mi olur!" olduğunu unutmayalım.
Simülasyon teorisi farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda insan zihnini meşgul etmiş bir iddia. Popüler kültürde de bunun yansımalarını görebiliyoruz. Akla ilk gelen örnekler tabii ki Matrix ve Truman Show filmleri Matrix'te bildiğiniz üzere İnsanların bedenen ve zihnen var olduğu "gerçek bir dünya" var, ancak bunun yanında birçok insan doğumundan itibaren sadece zihnen Matrix İsimli sanal dünyada yasıyor. Gerçek dünyayla hiçbir teması olmadığı için de sanal dünyayı gerçek sanıyor (Aaa bu sakın bizim İçinde bulunduğumuz durum olmasın?), Truman Show'da ise durum biraz daha farklı: Yine sanal ve gerçek dünya ayrımı var, ancak bu kez sanal dünyanın içinde yalnızca Truman karakteri bulunuyor, diğerleri onu gerçek dünyadan bir televizyon şovu olarak İzliyor. Filmin hikâyesi de Truman'ın İçinde bulunduğu gerçekliği sorgulaması ve gerçek dünyaya geçme çabalarına dayanıyor.
Hem Matrix'te hem de Truman Show’da sanal ve gerçek dünyalar arasındaki ayrım çok net. Şimdi bir adım daha İleri gidelim Peki ya sanal dünya İle gerçek dünya İç İçe geçerse ve artık dönebileceğimiz bir "gerçek dünya" kalmazsa? Fransız düşünür Jean Baudrillard (1929-2007) simülasyon teorisinden bahsediyorum İçinde yasadığımız postmodern toplumları bu şekilde tarif ediyor Baudrillard Fransız düşünürün teorisini netleştirmek için somut bir örnekle İlerleyelim: Araba kullanırken telefonumuzdaki navigasyon sistemini, oradaki haritayı kullanırız Harita, gerçekliğin belirli ölçülerde küçültülmüş ve ayrıntılardan arındırılmış bir imgesidir Yanı Matrix ve Truman Show'da olduğu üzere gerçek (önümüzdeki yol) ve sanal (telefondaki çizgiler) arasında net bir ayrım vardır, biri temsil eden diğeri de temsil edilendir Filmlerden farklı olarak biz bunlardan hangisinin gerçek hangisinin gerçeğin taklidi olduğunu biliriz Hâlbuki Baudrillard’ın postmodern toplum tasvirinde gerçek dünya ile navigasyon sistemi arasındaki ayrım silinir ve artık görünmez olur İmgeler bizi o kadar çok içine çeker ki artık neyin İmge neyin gerçek olduğunu bilemez hâle geliriz, bunun bir önemi de kalmaz. Çünkü artık sanal dünyadan çıkıp gen dönebileceğimiz "gerçek dünya" diye bir şey kalmamıştır. Bu postmodern durum bizim hayatımızın bir gerçekliğine dönüşmüştür.
Örneğin bir kahve zincirinden bir kahve satın aldığımızı düşünelim Tükettiğimiz şey hangi ölçüde kahve hangi ölçüde kahve zinciri markasının yarattığı imgedir’ Bu şubenin yanında mütevazı bir kahveci bize marka logosunu İçeren havalı bir kâğıt bardak vermese, reklamlarıyla bizi İmge bombardımanına tutmasa, sadece ve sadece kaliteli kahve sunsa acaba kahvemizi oradan satın almayı tercih eder miydik? Gördüğümüz gibi burada artık kahve zincirinin markası yalnızca kahveyi temsil eden temsili bir logo değildir. Yani gerçek dünyadaki kahve ve onu temsil eden marka logosu gibi bir gerçek/sanal ayrımı kalmamıştır. Çünkü marka artık kahve satmaz, markanın kendisini satar. Marka, sattığı gerçek üründen bağımsızlığını ilan etmiştir. Dolayısıyla biz de ne ölçüde gerçek kahve ne ölçüde markanın imgelerini tükettiğimizi bilemeyiz, her şey birbirine girmiştir çünkü.
Bu işleyişi tüketim toplumunu pekiştiren bir mekanizma olarak görmek mümkün, çünkü İmge satmayı başarabildiğiniz anda maliyeti çok düşük ürünleri uçuk fiyatlara satabilirsiniz. Tabii gerçek ve sanalın iç içe girmesi durumu yalnızca ekonomik alana özgü değil Postmodern toplumun her alanında artık İmge ve gerçeklik ayrımı ortadan kalkar ABD’li askerlerin kendi ülkelerindeki bilgisayarlardan oyun oynar gibi Orta Doğu da belirli hedeflen vurduğu sahneleri düşünelim Artık farklı cephelerden askerlerin karşı karşıya gelerek bir birleriyle savaştığı "gerçek” savaşlar ortadan kalkmış, yerini beş dakika önce savaş oyunu oynayan genç bir askerin aynı sandalye üzerinde ve aynı bilgisayarda "gerçek" hedefleri vurduğu bir mizansene bırakmıştır. Bu durumda da gerçek ile sanal arasındaki ayrım buharlaşmış ve herhangi bir ayrım varsa da bunun bir önemi kalmamıştır
Özetle Matrix ve Truman Show'un Baudrillard’ın postmodern toplum analizlerinden daha İyimser bir yaklaşıma sahip olduğunu söyleyebiliriz. Her iki filmde de sanal dünyadan çıkış teorik olarak mümkündür, kurtuluş ihtimali zor da olsa oradadır Baudrillard ise içinde bulunduğumuz durumda tüm nirengi noktalarımızı yitirdiğimizi, artık dönebileceğimiz bir gerçeklik olmadığını, yani örneğimiz üzerinden İlerlersek yolu bulmak için mi navigasyona baktığımızı yoksa navigasyondaki bir hedefe ulaşabilmek için mı yola baktığımızı artık bilemeyeceğimizi söyler. Kısacası Matrix'te telefon kabinine girip sanal evrenden gerçek evrene geçiş yapan karakter postmodern toplumda yerim sanal evrendeki telefon kabininden başka bir sanal evrene geçiş yapan karaktere bırakır, çünkü artık gerçek dünya diye bir şey kalmamıştır.
Kaynak: İlker Kocaeli, Ot Dergisi, Mart 2024, sayı 130
Comments