Liberal düşünce son yüzyıllarda rasyonel bireye karşı muazzam güven geliştirdi. Bireyleri bağımsız akıl sahibi aktörler şeklinde resmedip bu hayali yaratıkları modern toplumun temeli yaptı. Demokrasi, en iyisini seçmen bilir görüşü üzerine inşa edilmiştir. Serbest piyasa kapitalizmi, müşterinin her zaman haklı olduğuna inanır. Ve liberal eğitim, öğrencilere kendi kendilerine düşünmeyi öğretir.
Ancak rasyonel bireye bu kadar bel bağlamak yanlıştır. Postkolonyal ve feminist düşünürler tarafından ortaya koyulduğu üzere “rasyonel birey”, üst sınıf beyaz erkeklerin otonomisini ve gücünü yücelten şovence bir Batı fantezisi olabilir. Daha önce de belirtildiği gibi davranışsal ekonomistler ve evrimsel psikologlar, insanların aldığı çoğu kararın rasyonel analizlerden ziyade duygusal tepkilere ve sezgisel kısa yol arayışlarına dayandığını ve duygularımızla sezgilerimizin Taş Devri yaşamıyla başa çıkmaya elverişli olmasına rağmen Silikon Devri’nde maalesef yetersiz kaldığını ortaya koyuyor.
Sadece rasyonellik değil bireysellik de bir mittir. İnsanlar nadiren kendi kendilerine düşünüp taşınırlar. Daha ziyade gruplar halinde düşünürüz. Bir çocuk yetiştirmek için tüm kabilenin çabasına ihtiyaç duyulması gibi bir alet icat etmek, bir anlaşmazlığı çözmek ya da bir hastalığı iyileştirmek için de kabilenin ortak çabası gerekir. Hiçbir birey katedral, atom bombası ya da uçak inşa etmek için gerekli her şeye vâkıf değildir. Homo sapiens’i diğer hayvanlardan farklı kılan ve bizi gezegenin efendisi konumuna yükselten bireysel aklımız değil, büyük gruplar halinde hep beraber düşünebilmemizdir.
İnsanlar tek başlarına dünya hakkında utanç verici düzeyde az şey bilirler ve tarihsel süreç içinde giderek daha az şeye vâkıf bir konuma gerilemişlerdir. Taş Devri’nde yaşayan avcı toplayıcı bir insan kendi giysilerini yapmayı, ateş yakmayı, tavşan avlamayı ve aslanlardan kaçmayı bilirdi. Günümüzde daha çok şey bildiğimizi zannetsek de kendi başımıza çok daha az bilgiye sahibiz esasında. Neredeyse tüm ihtiyaçlarımız için başkalarının uzmanlığına güveniyoruz. İnsanlara sıradan bir fermuarın işleyişini ne ölçüde bildiklerinin sorulduğu mahcup edici bir deney yapılmış. Çoğu kişi büyük bir özgüven1 gayet iyi bildiğini söylemiş; ne de olsa mütemadiyen fermuar kullanıyoı Sonra bu insanlardan fermuarın işleyişini ellerinden geldiğince ayrıntılı anlatmaları istenmiş. Çoğunun en ufak bir fikrinin bile olmadığı ortaya çıkmış.2 Steven Sloman ve Philip Fernbach bu durumu “bilgi yanılsaması” diye adlandırıyor. Birey olarak çok az şey bilmemize karşın çok şey bildiğimizi zannediyoruz çünkü başkalarının kafasındaki bilgilere kendi kafamızdaymış muamelesi yapıyoruz.
Bu ille de kötü bir durum değil. Grup düşüncesine itimadımız, bizi dünyanın efendisi kıldı ve bilgi yanılsaması sayesinde her şeyi kendi başımıza anlamak gibi imkânsız bir çaba içine girmeden yaşayabiliyoruz. Evrimsel açıdan başkalarının bilgisine güvenmek Homo sapiens için inanılmaz faydalı oldu.
Fakat insanın geçmişte anlam ifade eden ama modern çağda sorun çıkaran pek çok niteliği gibi bilgi yanılsamasının da olumsuz bir tarafı var. Dünya giderek daha da karmaşıklaşıyor ve insanlar ne olup bittiği hakkında ne kadar cahil olduklarını algılayamıyorlar. Bunun sonucunda meteoroloji ya da biyoloji hakkında neredeyse hiçbir şey bilmeyen biri, kalkıp iklim değişikliği ve genetiğiyle oynanmış ekinler hakkında siyasi önerilerde bulunabiliyor; haritada Irak ya da Ukrayna’nın yerini gösteremeyecek insanlar, bu ülkelerde ne yapılması gerektiği konusunda son derece kesin görüşlere sahip olabiliyorlar. İnsanlar cehaletlerinin ayırdına pek sık varmazlar çünkü kendilerini, benzer düşünen arkadaşlar ve düşündüklerini olumlayan haberlerden oluşan bir yankı odasına kapatırlar ve odada inançları durmadan desteklenirken neredeyse hiç sorgulanmaz.3
İnsanlara daha çok ve daha nitelikli bilgi sunmanın işleri yoluna koyması uzak bir ihtimal. Biliminsanları yanlış fikirleri daha iyi bir bilimsel eğitimle gidermeyi, uzmanlar da Obamacare ya da küresel ısınma gibi konularda kamuoyunu kesin olgular ve uzman raporları sunarak etkilemeyi umuyorlar. Bu tür umutlar insanların gerçekten nasıl düşündüğünü yanlış anlamanın bir sonucudur. Çoğu fikrimiz bireysel rasyonalite doğrultusunda değil ortak bir grup düşüncesi çerçevesinde şekilleniyor ve gruba sadık kalmak için bu fikirlerden vazgeçmiyoruz. İnsanları bulgulara boğup bireysel cehaletlerini açığa çıkarmak, kuvvetle muhtemel geri teper. Pek çok insan fazla miktarda bulgudan haz etmez ve elbette aptal hissetmek de istemez. Çay Partisi taraftarlarını küresel ısınma hakikatine ikna etmenin yolunun kendilerine sayfalarca istatiWiksel veri göstermekten geçtiğine o kadar emin olmayın.4
Grup düşüncesinin gücü öyle baskın ki fikirleri son derece rasgele görünse de pençesinden kurtulmak zor. Misal, ABD’de sağ görüşlü tutucular çevre kirliliği ve nesli tükenmekte olan türler gibi konuları sol görüşlü yenilikçilerden çok daha az umursuyorlar. Louisiana’nın çevre yasaları bu yüzden Massachusetts’ten çok daha gevşek. Alışık olduğumuz bir durum olduğu için bu bize normal geliyor ama aslında oldukça şaşırtıcı. Tutucuların eski ekolojik düzenin ve ata topraklarının, orman ve nehirlerin korunmasına daha çok önem vermesi beklenir. Aksine yenilikçilerin de kırsal kesimleri radikal değişiklere uğratmaya, özellikle de amaç gelişimi hızlandırmak ve yaşam standardını yükseltmekse, daha açık olması beklenir. Ancak partinin bu meseleler konusundaki yaklaşımı çeşitli tarihsel rastlantılar sonucu belirlendikten sonra, tutucular kirli derelere ve kayıplara karışan kuşlara aldırış etmezken, sol tandanslı yenilikçiler eski ekolojik düzene zarar gelecek diye korkar oldular.
Bilim insanları bile grup düşüncesinin gücünden azade değil. Öyle ki bulguların kamuoyunu değiştirebileceğine inanan bilim insanları bile bilimsel grup düşüncesinin kurbanı olabiliyor. Bilimsel cemaat bulguların tesirine inandığı için bu cemaate bağlı insanlar da aksi yöndeki sayısız ampirik delile rağmen doğru bulguları öne sürerek kamusal tartışmaları kazanabileceklerine inanmayı sürdürüyor.
Benzer şekilde liberalizmin bireysel rasyonaliteye duyduğu inanç da liberal grup düşüncesinin bir ürünüdür belki. Monty Python’un Brian’ın Hayatı filminin doruk noktalarından birinde, aklı beş karış havada bir güruh insan Brian’ı Mesih sanar. Brian müritlerine şöyle seslenir: “Benim takipçim olmanıza gerek yok, kimsenin takipçisi olmanıza gerek yok! Kendi kendinize düşünmelisiniz! Hepiniz birer bireysiniz! Hepiniz farklısınız!” Heyecanlı kitle hep bir ağızdan bağırır, “Evet! Hepimiz bireyiz! Evet, hepimiz farklıyız!” Monty Python 1960’ların karşı kültürünün Ortodoksluğunu alaya alıyordu ama aynı şey rasyonel bireycilik inanışının geneli için de geçerli sayılabilir. Çağdaş demokrasiler hep bir ağızdan, “Evet, en iyisini seçmenler bilir! Evet, müşteri her zaman haklıdır!” diye bağıran kitlelerle dolu.
Gücün kara deliği
Grup düşüncesi ve bireylerin cehaletiyle ilgili sorun, bu dertten sadece sıradan seçmenlerin ve müşterilerin değil, devlet başkanlarmın ve şirket yöneticilerinin de mustarip olmasıdır. Liderlerin elinin altında bir dolu danışman ve etkili istihbarat örgütleri var ama bu durum illa ki her şeyi yoluna koymaya yetmiyor. Dünyayı yönetirken hakikati keşfetmek ziyadesiyle zor. İşiniz başınızdan aşkın. Çoğu siyasi lider ve şirket patronu durmadan koşuşturuyor. Oysa bir konuya derinlemesine eğilmek için çok zamana ve özellikle de zaman harcama lüksüne ihtiyaç vardır. Verimsiz yolları aşındırmak, açmazları keşfetmek, kuşku ve can sıkıntısına mahal vermek ve minnacık sezgi tohumlarının yavaşça büyüyüp çiçek açmasına müsaade etmek gerekir. Harcayacak zamanınız yoksa hakikate asla ulaşamazsınız.
Daha fenası, büyük güç kaçınılmaz olarak hakikati çarpıtıyor. Güç gerçekliği olduğu gibi görmekten ziyade onu değiştirmeye dair bir meseledir. Elinizde çekiç varsa her şey çivi gibi görünür ve elinizde büyük bir güç varsa her şeye burnunuzu sokmanıza davetiye gibidir. Siz bu dürtüye kapılmamayı başarsanız da etrafınızdaki insanlar elinizde tuttuğunuz koca çekici asla unutmaz. Sizinle konuşan herkesin bilinçli ya da bilinçsiz bir gündemi vardır ve bu yüzden söylediklerine hiçbir zaman bütünüyle inanamazsınız. Hiçbir sultan maiyetindekilerin ve kullarının hakikati dile getirdiğine inanamaz.
Bu yüzden de büyük güç, etrafındaki uzayı büken kara deliklere benzer. Ne kadar yaklaşırsanız her şey o kadar çarpıklaşır. Yörüngenize giren her kelime fazlasıyla ağırlaşır ve karşınıza çıkanlar sizi ya pohpohlar ya idare eder ya da sizden bir fayda sağlamaya çalışırlar. Kendilerine bir iki dakikadan fazlasını aylamayacağınızı bilirler ve uygunsuz ya da muğlak bir şey söylemekten çekindikleri için ağızlarından ya boş sloganlar dökülür ya da klişelerin en kötüsü.
Birkaç yıl önce İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’yla akşam yemeğine davet edildim, Arkadaşlarım gitmemem konusunda beni uyardı ama ben fırsatı tepmek istemedim. Nihayet sadece kapalı kapılar ardında önemli insanlara ifşa edilen kimi büyük sırları duyabilirim sandım. Ne büyük bir hayal kırıklığıydı! Yemekte otuz kadar insan vardı ve herkes Büyük Adam’ın ilgisini çekmeye, onu zekâlarıyla etkilemeye, yaltaklanmaya ya da çıkar sağlamaya çalışıyordu. Ortamda büyük bir sırra vâkıf biri vardıysa da bu sırrı kendisine saklamakta son derece başarılıydı. Netanyahu’nun ya da herhangi birinin suçu değildi bu aslında; gücün çekim kuvvetinin suçuydu.
Gerçekten hakikatin peşindeyseniz, gücün kara deliğinden kaçmanız ve kenarda köşede dolanıp bir sürü vakit harcamaya razı gelmeniz gerekir. Devrimsel bilgi nadiren merkeze varır çünkü merkez halihazırdaki bilgiler üzerine kurulmuştur. Gücün merkezine kimin erişip kimin erişemeyeceğine karar veren genellikle eski düzenin bekçileridir ve onlar da geleneklere uymayan rahatsız edici fikirleri içeri sokmamaya meyillidir. Tabii inanılmaz miktarda zırvayı da almazlar içeri. Davos Dünya Ekonomik Forumu’na çağrılmak bilgeliğinizin bir göstergesi sayılamaz. Bu sebeple merkezin dışında uzun zaman geçirmek gerekiyor; bu mevki birtakım parlak devrimsel açılımlar barındırsa da burada çoğunlukla cahilce tahminler, çürütülmüş kuramlar, batıl dogmalar ve gülünç komplo teorileri cirit atıyor.
Dolayısıyla liderler iki arada bir derede kalıyorlar. Gücün merkezinde kalınca dünyayı son derece çarpık bir şekilde görüyorlar. Kenara köşeye çekilmeye kalkışırlarsa değerli zamanlarını boşa harcıyorlar. Ve bu sorun ileride daha da ciddileşecek. Önümüzdeki dönemlerde dünya şimdikinden daha karmaşık bir hal alacak. Bu sebeple bireyler ister piyon ister şah olsunlar, teknolojik cihazlar, ekonomik eğilimler ve dünyayı şekillendiren siyasi dinamikler hakkında daha az şey biliyor olacaklar. Sokrates’in iki bin yıldan fazla bir süre önce gösterdiği üzere, bu tür koşullar altında yapabileceğimiz en iyi şey bireysel cehaletimizi kabullenmektir.
Ama o zaman ahlak ve adalet ne olacak? Dünyayı anlayamıyorsak doğruyla yanlışı, haklıyla haksızı nasıl ayırt edeceğiz?
"21.Yüzyıl için 21 Ders, Harari" kitabından
תגובות