top of page

Felsefe ve Felsefeci Üzerine

Güncelleme tarihi: 20 Eki 2023

Felsefenin gerçekten ne olduğu konusunda sağ­lıklı bilgi edinmenin zor olduğu bir eğitim ortamında yaşıyoruz. Liselerde okutulan felsefe kitaplarının bu alanı tanıtma ve sevdirme konusunda, Mustafa Topaloğlu'nun bir-iki yıl önce söylediği "Aklın varsa kendi­ne sakla, felsefe yapma" şarkısından daha iyi bir du­rumda olmadığı bir ortamda, üniversite sınavı aşaması­na gelmiş insanlara felsefenin nasıl bir uğraş olduğunu hakkını vererek anlatmak gerçekten zor bir iş. Zorlu­ğun önemli bir bölümü, felsefenin bir “ders" olarak al­gılandığında bütün esprisinin yitirilmesinden kaynak­lanıyor. Öğrenme sürecinde karşılaştığımız pek çok konuyu anlamaya çalışırken, kendimizi çalıştığımız ko­nunun içinde bir yerlere koymak zorunda değiliz. Bu anlamda, ülkemizin şurasında dağların denize paralel uzandığını. 1215'te şu kralın Magna Gaita anlaşmasını imzaladığını, ikinci dereceden şu denklemin şöyle kökleri olduğunu ya da karbonun hidrojen ve oksijen­le kurduğu derin ilişkileri öğrenirken bu konulan nes­nel birer "konu", kendimizi de dışardan bir “Öğrenen" olarak görüp bunları bilgi dağarcığımıza ekleyebiliriz. Felsefe ise pek böyle değildir. Felsefenin geleneksel sorunlarıyla uğraşırken siz bir köşede, anlamaya çalıştı­ğınız konu diğer köşede duramaz İşte felsefenin lise­lerde okutulmasının tehlikesi hurda: felsefenin bir ders haline dönüşmesi onun ruhunu ortadan kaldırabi­lir, öğrenilecek ve gerekli not alındıktan sonra kafadan boşaltılacak bir bilgi yığınına çevirebilir. Peki, bu pek değerli “felsefe ruhu" nasıl bir şeydir? Sanırım, bu noktada, ODTÜ’nün Elektronik Mühendisliğini biti­rir bitirmez, beni Felsefe Bölümü’nde akademisyen olmaya yönelten bu ruhun bana ne ifade ettiğini biraz anlatmam gerekiyor.

Bilgi edinmenin türlü yolları var: bilgiyi kullana­rak dünyayı değiştirmenin de. Hele günümüzün bilim ve teknolojisiyle, insanoğlu bu işi inanılmaz bir hız ve boyuna gerçekleştirebiliyor. Ancak benim kişisel dün­yam açısından bakıldığında şöyle bir sorun var 'Fek tek bilimlerin bize sağladığı bilgileri kullanarak bu bil­gilerin şekillendirdiği ve varlık alanında özgün bir yer kaplayan- dünyayı bir bütün olarak anlayamayız. Doğa bilimleri bize maddenin yapıtaşlarının ve nesnelerin nasıl devindiklerinin ayrıntılı çözümlemelerini veriyor (bu konudaki başarısı yadsınamaz). Vinç de bu çözüm­lemeler ışığında doğrudan yanıtlayamayacağımız pek çok soru kalacaktır. Örneğin: “Devlet yönetimi konu­sunda bir kuram hangi ilkelere dayanmalıdır?", “Ne kadar özgür olabilirim:". “İyi nedir? İyinin ölçütü ne kadar nesneldir?", “Kesin bilgi var mıdır?", “Bilimin bize evreni giderek daha doğru bir şekilde betimledi­ğini nasıl bilebiliriz?”. “Sonlu bir yaşamı anlamlı kılan şey ne olabilir”. Şu kadan açık ki maddenin ve devi­nimin çözümlemesinde ne kadar başarılı olursak ola­lım. Kuramsal düzeydeki bazı sorunlarımız için doğal bilimlerin bize sunduğu açıklama olanaklarının ötesine geçmemiz gerekiyor.

Şimdi yazımın başında belirttiğim konuya döne­lim. Felsefeyi konular içinde bir “konu" olmanın dışı­na taşıyan şey nedir? Bunun yanıtını felsefenin kökle­rinde aramak ve felsefenin ortaya çıkmasında ne tür it­kilerin rol oynadığını iyi anlamak gerekiyor. “Bilgelik Sevdası" anlamına gelen felsefe, geleneksel olarak, ya­şamımızı ve onu oluşturan umutlan sorgulamanın bir yoludur İşte hurda felsefenin trajik (ve en güzel, en çekici) yönü ortaya çıkıyor, felsefede, en geniş anlamıyla, düşünen de üstünde düşünülen de, insan. Atomların oluşturduğu, belli bir vektörel değerde sağa sola hareket eden insan değil; bilmeye, erdemi bulma­ya çabalayan, kendinin ve evren bilimlerin de üstüne çıkarak anlamaya çalışan, yazgısını değiştirmeye çabalayan, olağanüstü güzellikte sanat eserleri yaratan, kendi türünden canlıları diri diri yakabilen, gülen, ağ­layan -kısacası- yaşayan insan. Felsefecinin yaptığı ise. bütün bu bilgi birikiminin, teknolojik yapılanmanın, yaşamın ve ölümün kuşbakışı resmini çekmek ve sor­gulanmayanı sorgulamaktır. Öyleyse, felsefeci için, uğ­raştığı şey bir “konu” değildir. Yani, (dürüst) felsefe­cinin günde Üç-beş saat felsefe yaptıktan sonra işini bi­tirip şapkasını giyip çıkıp gidebileceği bir yaşam yok­tur. Uğraştığı “konu" kendisidir, yaşamıdır. Felsefeci­nin bu ardamda, sorgulama gereksinimi duymayacağı, güvenle üstüne tüneyebileceği değişmez doğrulan yoktur. Bir fizikçi, ekonomist, mühendis veya dokto­run rahatlığına sahip değildir. Rorası ve sonu pek belli olmayan, denizinin çalkantılı ve güvensizliklerle dolu olduğu bir büyük serüvenin yolcusu gibidir.

Sanıyorum insanı (en azından beni) felsefeye sürükleyen birkaç temel neden var. Tek bir alanın sı­nırlı sorularına kapanmaya dayanamamak; küçük çaplı sorunların çözümlerinin aslında yaşam sorunları­mızın çözümüne fazla katkıda bulunmayıp, tam tersi­ne. Bir şeyleri başarıyor duygusu ve tatmini uyandıra­rak üst düzey sorunlar konusunda zihinsel uyuşuklu­ğa yol açtığım düşünmek: genelde kabul gören dü­şünce ve inanç sistemlerini sorgulamadan benimse­meyi düşünsel namusuna yakıştıramamak; düşünce­nin ulaşabileceği en üst düzeyin insanı nerelere götü­rebileceğini merak etmek... ve bunun gibi. Felsefe­nin toplum genelinde çok fazla benimsenememesinin ve yaşam boyu sürdürülecek bir uğraş olarak düşünülmemesinin temelinde, bu yukarda saydıkları­mın pek çok kişiye anlamlı veya cazip gelmemesinin yattığına inanıyorum. Ayrıca, ayaklarımızı yere basar­sak, felsefeciyi bekleyen ciddi bir para sorunu olduğu da kesindir (Gerçek felsefeci, yeni bir arabayla hava atma olasılığı oldukça düşük olan kişi, diye tanımla­nabilir). Ancak ben felsefenin büyüsüne kapılmış bir insanın paçasını kolayca kurtaramayacağı çünkü baş­ka alanlarda ruhunu huzura kavuşturamayacağı kanı­sındayım. Ve şuna inanıyorum ki felsefe dünyada gerçekten uğraşmaya değer birkaç şeyden biridir. Bu yüzden felsefenin özellikle gençlere iyi tanıtılması gerekiyor. Yine bu yüzden lisede, boğucu bir sınıfta, asık suratlı, yaptığı işten en ufak bir zevk almayan ve felsefeyi kurbağaların sindirim sistemini anlatır gibi anlatan bir öğretmen düşüncesi bana büyük bir rahat­sızlık veriyor (elbette bu bürün felsefe öğretmenleri böyledir anlamına gelmez). Çünkü felsefenin özü ar­zu ve serüvendir. Ve bu serüven kendi yaşam imizdir. Eski Yunan’da irdelenmemiş bir yaşamın yaşamaya değmeyeceğine inanılırdı. Felsefenin ayrıcalığı, ben­ce. insana kendini daha iyi tanıma ve kendini var et­me şansını vermesindedir. Amaçlarla araçların iyice birbirine karıştığı, kitlelere “doğruların ilaç gibi ve­rildiği. teknoloji ve sonuçta, insanın “Ben neyim?” sorusunu her zamankinden daha büyük bir şaşkınlık­la sorduğu çağımızda felsefeyi her türlü dogmatizme ve zihinsel uyuşukluğa karşı benzersiz bir panzehir olarak görüyoruz. Ve “bilgelik sevdası" serüvenine atılacak insanların her zaman var olacağına inanıyorum.

Kaynak: Baç, Mustafa (Nisan, 1995). Felsefe ve Felsefeci Üzerine. Bilim ve Teknik, s. 54.




106 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page