Nietzsche, modern dünyanın hem en çok okunan hem de en çok yanlış anlaşılan filozoflarından biridir. Bunun çok çeşitli nedenleri var ama başlıca nedenlerinden birisi Nietzsche’nin biçemi ve argümantasyon yapısıdır.
Bir akademisyen olmakla birlikte, akademik biçemin çok dışında yazar; tarzı roman, öykü, aforizma, öğüt, deneme, makale, fıkra, anı, günlük ve mektup stillerinin tümüne dahildir; sınırları aşarak, stilde de, argümantasyonlarda da tutarlılığı reddederek var olur.
Bu tarza eklektik ya da Nietzsche tarzı denilebileceği gibi, biçem yoksunluğu adı da verilebilir; kesin olan, bu biçemin alışılmadık, aşırı öznel ve eğretilemelerle dolu olduğudur. Geleneksel okuma biçimlerine yabancıdır, giriş-gelişme-sonuç bölümleri yoktur. Bir kesintisiz akış yerine, kesintili süreksizliklerden oluşur. İyinin ve Kötünün Ötesinde ile Ahlakın Soykütüğü üzerine kitapları dışındaki yapıtları tematik bir bütünlük yerine zayıf teyellerle tutturulmuş bir saçılmaya yakındır.
Bu genel Nietzsche metinlerinde anlam, aşırı bir öznellikle mühürlendiğinden ve dil de bu öznelliğe boyun eğdirilerek kullanıldığından, anlatıları kendilerini açığa vurmaktan çok sayısız yoruma açılmaya eğilimlidirler. Bu yüzden Nietzsche okumalarının tümü belki de zorunlu olarak “yanlış okumalar’dır.
Nietzsche, yazarın akılla değil bedenle yazması gerektiğini düşünürken, okurların da akıllarından önce bedenleriyle okumalarını talep eder. Bu talepte, Aydınlanmanın akla verdiği "fazladan" önemin, Nietzsche’nin deyişiyle Apolloncu yaklaşımın bir miktar geri alınması ve bu gerilemenin açacağı boşluğa bir miktar bedenselliğin (maddi olarak bedenin, duyguların, duyguların, konumsallığın, bedenin yarattığı perspektivizmini zerk edilmesi gerektiği düşüncesi yatar. Aklın bilincini işaret eden Apolloncu yaklaşıma, akıl dışının (irrasyonalitenin) bilinç dışına işaret eden Diyonsoscu yaklaşımın dahil edilmesi gerektiğini savunur. Descartes’tan beri kişinin kim olduğunu belirleyen temel özelliğin "beden” değil "zihin” olduğunu savunan anlayışa bir savaş ilanıdır bu; "Düşünüyorum, öyleyse varırrün bir panzehridir.
Kişinin kim olduğuna, ne düşündüğüne ilişkin zihni bir miktar geri çekip, yerine bedeni aktaran; bilinçdışıyla felsefe yapmak isteyen yeni bir girişimdir Nietzsche. Bu yüzden de metinlerinin biçemi, Apolloncu geleneğe göre inşa edilmiş akademik biçemle uyumsuzdur. Nietzsche’nin metinleri bilincin değil, bilinçle bilinçdışının birlikte var oldukları felsefi üretimlerin çıktılarıdır. Açık seçik argümanlara, genel geçer kavramlara ve anlatı tekniklerine dayanan bir biçem, onda yerini öznel, muğlak, yoruma açık ve kavramsal olmak zorunda olmayan bir üsluba bırakır.
Nietzsche yöntem/biçem bakımından, Apolloncu bir eğitim almış zihinler için bir sayıklamalar silsilesi olarak algılanır. Bu nedenle yaşadığı dönemde neredeyse hiç okunmamış, ölümünden sonra da yok " sayılmaya devam etmiş; felsefesi ancak 1950’lerden itibaren bir felsefe olarak algılanmaya başlamıştır.
Nietzsche’nin gelenek dişiliği yalnızca biçeminde değildir; içerik olarak da argümanlara ve zihinsel çıkarımlara dayanmaz. İçeriğini büyük oranda argümanlarla desteklenmemiş deyişlerden kurar. Metinleri geleneksel biçemlere olduğu kadar, geleneksel felsefe yöntemlerine de bir karşı duruştur. Geleneksel olanı bir gerçeklik ya da hakikat olarak görmez; dünyanın olası birisi olarak görür.
Ve geleneksel olanı, dayanakları yitip gittiği için artık modası geçmiş bir olasılık olarak algılar. Ona göre, “Tanrının ölümüyle” geleneksel olan dayanaksız kalmış, tüm değerlerin kendisinden çıktığı bu ana değer herhangi bir değer olmayı yitirmiş, ondan türemiş c ar tüm değerleri de geçersiz kılmıştır. Bütün değere- değerinden düşmüş, sayısız değer sistemlerinden birisi; sonsuz olasılık havuzundan yalnızca teki olan “geleneksel değerler” "hiçlenmiştir. Bu hiçlemeyle birlikte dünya bir “nihilizm” aşamasına girmektedir
Fakat Nietzsche, nihilizmi arzulayan ya da öven bir filozof değildir. Değerlerin toptan değerlerinden düşürülmesiyle dünyanın tümden hiçlenmesini savunmaz Aksine; böyle bir durumda tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi gerektiği kanısındadır.
Böylece dünyanın tümden yeniden değerlendirilmesini gerçekleştirebilecek yeni insanlara (zihinlere değil insanlara => beden + zihin = insan) gereksinim olduğunu düşünür. Fakat Nietzsche için, tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi sıradan insanlara; hele hele Hıristiyanlığın ortaya çıkmasından itibaren "merhamet” denen "erdemsizliğin” toplumda evrimsel süreçte elenip gitmesi gereken zayıfları, sakatları, dayanıksızları, güçsüzleri, yozları hileli şekilde hayatta tutması sonucu var olabilen “sürü” insanına bırakılamaz. Bu "sürü” insanı ve "sürü ahlakı”, olsa olsa dekadan" yani yoz ve düşkün değerler üretebilir.
Nietzsche bu nedenle, yeni değerler yaratacak, yeni bir insana gereksinim olduğunu savlar. Bu insan üstinsandır (ubermensch). O, geleneksel insanı aşmakta, dünyaya dekadan olmayan, üstün yeni değerler atayacak kişidir. Üstinsan yalnızca zihin ya da yalnızca inanç değildir; o. soylu değerler üretecek bir bedendir aynı zamanda.
O, sakatlanmamış, eksik bırakılmamış, yozlaşmamış, zayıflıkla güçsüzleş(tiril) memiş bir dinamittir.
Üstinsan, geleneksel insanın temel değer yargılarının "Tanrı’nın ölümüyle” hiçlendiği nihilizmin üstesinden gelecek kişidir. Ve bu toplumsal bir kurtarıcı da değildir; zira herkesin kendi değerlerini kendisinin üretmesi gerekmektedir. Üstinsan ile Nietzsche, tek kişiden oluşan bir mesih yaratmak değil, Aydınlanmanın tüm vatandaşları birer entelektüele dönüştürme projesinde olduğu gibi, kapasitesi olan herkesi üstinsan olma yoluna sevk etmek ister. Tek fark, Aydınlanmada "aklın yolu birdir” düsturu olduğundan, herkesin entelektüel olduğu bir toplumda tek bir gerçek ve tek bir hakikat ülküsüne ulaşılacağı ve toplumsal bir huzur ve barış elde edileceği düşünülürken, Nietzsche’de akıl tek başına bir oyun kurucu olamadığından ve kişiye özgü bir bedenle bir araya gelerek "değer” oluşturabildiğinden, tüm üstinsanlar farklı perspektiflerden farklı değer yargıları üreteceklerdir.
Yani böylesi bir durumda, toplumu "genel geçer” değerler yerine, "yorumlanan” değerler sarmalayacaktır. Üstinsanlardan oluşan bir toplum tek sesli değil, çok sesli olacaktır. Fakat bu seslerin tümü soylu değerler üretecektir; dekadan değer(ler) son bulacaktır. Ve Aydınlanmanın arzuladığı huzur ve barış ortamı yerine daimi bir mücadele, bir çekişme, bir savaş olacaktır; daha yükseklere çıkmanın yolu Nietzsche’nin evrimci yaklaşımında bu mücadelelere girişmek ve oradan daha üstün niteliklerle ve değerlerle yeniden doğmaktır.
Nietzsche'de üstinsanın varlığının ya da üstinsana olan gereksinimin temel nedenlerinden birisi dünyanın sabit olmamasıdır. Nietzscheci düşünüşte dünya bir değişim dünyasıdır. O bir akıştır ve sürekli yeni alaşımlarla melezlenen, “genel geçerliliklerden" değil, “biricik tikelliklerden" oluşan bir yerdir. Her şey hareket halindeyken, “biricik tikeller" bambaşka kombinasyonlarla bir araya gelir ve dağılırlar ve bu da sürekli yeni “biricik tikellerin" doğmasına ve ölmesine yol açar. Böylesine dinamik bir varoluşta, zihin hiçbir şeyi doğru bir şekilde sabileyemez zira bizzat dünyanın kendisi sabitlenmeye karşıdır.
Dünyanın sabit olmamasının getirdiği zihinsel temsil sorununu Platon gibi felsefeciler, içinde yaşadığımız dünyanın gerçek olmadığını; gerçek dünyanın isabetsiz bir izdüşümü olduğunu, dünyadaki tikel her şeyin, gerçekte “ideal" olan idealar dünyasının düşkün temsilleri olduklarını iddia etmişler ve insanın idealleri bulduğunda “genel geçer" bilgiye ulaştıklarını savunmuşlardır.
Aynı sorunu büyük dinler de “öte dünya" açıklamasıyla çözmüşler ve bu dünyanın daimi diyar olmadığını, geçici bir sınav mekanı olduğunu ileri sürerek, gerçek bilginin bu dünyaya ait kurallarda değil, Tanrının kurallarında olduğunu savunmuşlardır. Gerçeğe, inanarak varılabilir ve inanılması gereken gerçek de, Tanrı’nın sunduğu yoldur.
Aynı sorun karşısında Aydınlanma ise, idealar dünyası ile öte dünyayı reddetmiş fakat bu dünyanın “genel geçer" kuralları olduğunu ve bunların da bilim aracılığıyla keşfedilebileceğini ileri sürmüştür.
Bu üç yaklaşım da, dünyanın sürekli değişen bir görünümü olsa da, bunun gerisinde değişmez ve genel geçer kalan bir gerçeklik sabiti, bir öz bulunduğunu ileri sürer. Böylece o sabit bulunduğunda, gerçek ortaya çıkmaktadır. O halde bu “sabit gerçeklik" doğrudur ve onun dışındaki değişken her izdüşüm yanlıştır.
Nietzsche ise bu dünyadan başka bir dünya olmadığını, bu dünyanın da “genel geçerliliğe" değil, “biricikliğe" yol açan arı bir değişim yeri olduğunu savunur. Bu yüzden her şey istisnadır Nietzsche’de. Her olay, her olgu, her varlık, her ilişki; kısacası her şey bir istisnai durumdur. Bu nedenle tümünün “yeniden değerlendirilmesi" gerekir. Bir sabitleyici, bir tutamak noktası bulunmadığından, her şey, o şeye özgü olarak yeniden değerlendirilmelidir. İşte Nietzsche’ye göre yaşamın her anını tekrar tekrar yeniden değerlendirecek olan, sürekli soylu yeni değerler yaratacak olandır; bu kişi Nietzsche’nin üstinsan dediği varlıktır.
Nietzsche’ye göre “sürü insanı" kendisine sunulan “genel geçer" dünya değerlerinin kabul ettirildiği, yaşama irade koyamayan tipolojiydi. Yaşama irade koymayı başaran ve değerlerin değersizliklerini keşfeden az sayıdaki insan ise değerleri hiçlemeleri sonunda bir hiçlik, anlamsızlık, değersizlik dünyası içinde kaybolmuşlar, nihilizme yenilmişlerdi.
Üstinsan, bu iki durumu da aşacak ve değerlerin değersiz olduklarını gösteren aşamanın ardından, sürekli yeni değerler üretebilen bir “değerlendirme" merkezi, bir tutamak, istisnanın kaide olduğu dünyanın sürekli bir yeniden değerlendiricisi olarak kutup yıldızı olacaktı. Üstinsan, insanın kendisini aşarak varabileceği bir noktaydı ve Nietzsche’ye göre tarihte henüz hiçbir üstinsan görülmedi.
Nietzsche bir sistem filozofu değildi fakat ahlak, siyaset, sanat, bilgi ve din felsefesi gibi çok çeşitli felsefe alanlarına girip çıkan aforizmalar üretti. Nietzsche’yi okurken “gerçek Nietzsche'yi bulmak yani “Nietzsche gerçekte ne düşünüyordu" sorusunu yanıtlamak güçtür. Nietzsche, tıpkı dünyaya atfettiği gibi, sonsuz yoruma açık bir kaynak şeklinde okunmaya uygundur. Nietzsche okumaya oturan, zorunlu olarak bu metinlerin kendinde uyandırdığı yorumlarla kalkar. “Kant’ın ne dediği" sorusu yanıtlanabilir bir sorudur; “Nietzsche’nin ne dediği” ise yalnızca yorumlanabilir.
Kaynak: Yalın Alpay, Ot Dergisi- Sayı: 132 -Mayıs 2024
Comments