top of page

Çocuğa vurulan bir fiske bile ömür boyu iz bırakır

  • Yazarın fotoğrafı: FDM
    FDM
  • 5 gün önce
  • 6 dakikada okunur

Disiplin adı altında çocuklara fiziksel şiddet uygulamak, 19 davranışsal, bilişsel ve sağlık göstergesinden 16’sını olumsuz etkiliyor. Bu tabloda dayağın dozunun ya da o ülkenin kültüründe yerinin olmasının hiçbir önemi yok. Sonuç değişmiyor, her türlü şiddet çocuklarda onarılmaz hasarlar yaratıyor


Son dönemde muhafazakâr politikaların dünya genelinde yükselişe geçmesiyle birlikte “Hayırlı evlat nasıl yetiştirilir?” sorusu tekrardan gündeme gelmeye ve muhafazakâr perspektifin cevapları daha gür duyulmaya başladı. Bunların başında da “hergelelik eden çocuğun dövülmesi” veya “kızını dövmeyenin dizini döveceği” minvalindeki vahşi disiplin yöntemleri geliyor. Zira bu kişilere göre “Onların zamanında dayak normaldi ama hepsi saygılı, iyi insanlar oldular.”

Bu argümandaki oksimoron ifade bir yana, bugüne kadar fiziksel cezanın çocuk yetiştirmedeki rolünü anlamak için çoğunlukla ABD ve Batı Avrupa gibi yüksek gelirli ülkelerde yürütülen araştırmalar kullanılıyordu. Bu coğrafyalarda yapılan onlarca araştırma, bir çocuğu dövmenin ya da tokatlamanın disiplin sağladığına yönelik antik inancı çürütmekle kalmıyor, aynı zamanda çocukta saldırganlık, özgüven sorunları, hatta ruhsal bozukluklarda artış gibi problemlerle ilişkilendirildiğini gösteriyordu. Bu verileri görmezden gelmeye çalışanların başvurduğu yaygın bir argüman, Batı’da geçerli olan bir şeyin her yerde geçerli olmadığı yönündeydi. Bu kişilere göre bizimki gibi toplumlardaki dayak geleneği, Batılı toplumlardakilerden farklı; burada dayak daha normal ve dolayısıyla çocuklar da bunu daha az zararlı bir uygulama olarak algılıyor. Hal böyleyken, düşük ve orta gelirli ülkeler (kısaca “D-OGÜ”) üzerinde, ebeveynlerin fiziksel ceza eğilimlerinin ve bu cezanın çocuklara etkilerinin sistematik ve kapsamlı bir analizi pek yapılmamıştı.

“Bir şaplaktan ne olur ki?” diye düşünmek yanlış

Bu arada, burada sadece bir çocuğu “öldüresiye dövmek” gibi bir şeyden de bahsetmiyorum. Genelde popoya veya el üstüne atılan şaplaklardan tutun da çocuğu hırpalamaya kadar uzanan bir yelpazede çocuğa uygulanan fiziksel şiddet, Türkiye de dahil pek çok D-OGÜ’de, muhafazakar görüşlerden bağımsız olarak “Bir şaplaktan ne olacak?” gibi savunmalarla meşrulaştırılıyor. İşte şimdi, bilim camiasındaki en saygın insan davranışı dergilerinden olan Nature Human Behaviour’da yayımlanan son derece kapsamlı yeni bir meta-analiz, o bir kerecik atılan şaplakların bile bir ömür boyu nasıl iz bıraktığını çok spesifik ve objektif rakamlarla ortaya koyuyor.

Harvard, NYU, Texas ve UC Irvine gibi üst düzey üniversitelerden Jorge Cuartas, Elizabeth T. Gershoff, Drew H. Bailey, Maria Alejandra Gutiérrez ve Dana C. McCoy tarafından yapılan yeni çalışma, bugüne kadar bu konuda yapılmış ve 92 D-OGÜ’yü kapsayan toplam 195 çalışmayı ve bunların sonuçlarını bir arada değerlendiriyor. Bulgular, bu konuları bilenler için beklendik ama yine de çarpıcı: Disiplin amaçlı olsun veya olmasın, çocuğa atılan dayak, çocukların tıbbi refahını ölçmekte kullanılan 19 davranışsal, bilişsel ve sağlık göstergesinin 16’sını olumsuz etkiliyor. Kalan 3’ündeyse olumlu veya olumsuz bir etki bulunamadı. Yani bu bulgular, yüksek gelirli ülkelerden gelen bulgularla tıpatıp aynı: Çocuklarımıza “kızınca şaplak atmanın” veya “dayakla yola getirmenin” sıfır faydası, ancak kocaman zararları var. Daha açık anlatmak gerekirse, bu çalışmada dayağın çocuklarda yarattığı yıkıcı etkileri şöyle sıralayabiliriz:

Davranışsal problemler: Fiziksel ceza alan çocukların saldırganlık ve yıkıcı davranış eğilimlerinin ciddi biçimde yükseldiği görülüyor. Ebeveyn, çocuğu sözde “disipline sokmak” için şiddet kullandığında, çocuğa adeta “Şiddet bir çözüm yoludur!” mesajı verilmiş oluyor.

Zihinsel ve ruhsal sağlık: Depresyon, kaygı bozuklukları, madde bağımlılığı gibi risklerin fiziksel ceza alan ergenlerde ve ileriki yaşlarda arttığı tespit ediliyor. Hatta intihara eğilim bile bu grupta daha yüksek oranda görülüyor.

Akademik başarı: Şiddet gören çocukların okuldaki başarıları düşme eğiliminde. Çünkü öğrenme, bilişsel becerileri canlı ve meraklı tutmayı gerektiriyor; korkuyla büyüyen çocuklarsa derse konsantre olmakta, öğretmene ya da ebeveyne güvenmekte zorluk çekiyorlar.

Sosyal ve duygusal gelişim: Kendine güven, öz-değer, öz-düzenleme gibi alanlarda fiziksel cezanın zarar verici olduğu kanıtlanmış durumda. Çocuğun kendi duygularını tanıması ve başkalarının duygularıyla empati kurması, şiddet döngüsü içinde zorlaşıyor.

Ebeveyn-çocuk ilişkisi: Güven ve sevgi bağı, fiziksel ceza gören evlatlarda çok daha kırılgan. İlerleyen yaşlarda da ebeveynle iletişim kopukluğu, hatta yetişkinlikte ebeveyniyle ilişkisini tamamen kesme eğilimi gözlenebiliyor.

Gelecekteki şiddet döngüsü: Fiziksel ceza gören çocukların, ileri yaşlarda kendi çocuklarını veya partnerlerini daha büyük olasılıkla şiddetle “terbiye etmeye” yatkın oldukları saptanmış. Burada dev bir kısır döngü var: Şiddet, nesilden nesile aktarılıyor.

Görebileceğiniz gibi en bariz sonuçlar antisosyal davranış, ruh sağlığı bozuklukları, zayıf okul başarısı ve gelecekte başkalarına şiddet uygulama riskinde artış olarak karşımıza çıkıyor. Bu bulgular, Dünya Sağlık Örgütü’nün “5 yaş altı her 10 çocuktan 6’sı fiziksel ceza görüyor” tespitini de teyit ediyor; yani 400 milyon çocuk sistematik şiddetin içinde büyüyor. Başka bir ifadeyle, “normal” sayılan uygulama, aslında dünya çapında bir halk sağlığı krizine işaret ediyor.

Peki dayakla terbiye neden evrensel bir sorun? Bu davranışı artıran ortak metrikler aşırı yoksulluk, cehalet, ebeveynlerin çaresiz kalışı gibi nedenler... Görece zor koşullarda yaşayan aileler, dayak atmayı pratik bir çözüm olarak görebiliyorlar. Bazı ebeveynler, ekonomik bunalımları veya kendi yaşadıkları stresleri “tokatla rahatlama” yoluyla çocuğa yansıtıyor. Diğerleriyse geleneksel cümlelerden (“Dayağın eksik olmadığı yerde disiplin vardır” vb.) etkilenerek, bu modelin “zorunlu” olduğuna inanıyor. Yeterli eğitim almamış veya psikolojik desteğe ulaşamayan ebeveynlerin, çocuğun davranış problemleriyle nasıl başa çıkacağını bilememesi de fiziksel cezayı tetikliyor. Dolayısıyla bir ülkede sosyoekonomik koşulları düzeltmeden, sadece ebeveynlere “Dayak atmayın!” demek ne yazık ki yeterli olmuyor. Bununla birlikte, D-OGÜ ülkelerindeki yaygın gelenekler veya yasal düzenlemelerin gevşekliği de bu sorun alanını büyütebiliyor. Türkiye’de de durum farklı değil: UNICEF’in 2023 verisine göre Türkiye’de 2-4 yaş grubu çocukların %52’si “disiplin amaçlı fiziksel şiddet” görüyor. Okullarda ise Milli Eğitim Bakanlığı Kurum Açıklamaları dayağı yasaklasa da ceza basamaklarının flu tanımı, uygulamada “kulak çekme” veya “tahtaya kaldırıp küçük düşürme” gibi eylemlerin sürmesine yol açıyor.

Dünyada ise bu tür cezalardan uzaklaşma yönünde bir gayret var: Geçen yıl 8 ülke daha evde ve okulda her tür fiziksel cezayı tamamen yasaklama taahhüdü verdi. Böylece şiddeti tüm bağlamlarda yasaklayan ülke sayısı 73’e çıktı; 100 milyondan fazla çocuk doğrudan koruma kapsamına girdi. Letonya’dan Paraguay’a kadar uzanan bu yelpazenin ortak paydası, yasal yasaktan önce kültürel ikna kampanyaları yürütmüş olmaları.

Peki, ne yapacağız? Burada atmamız gereken birkaç adım var. Tabii ki burada kritik faktör devletin attığı adımlar ve doğru yaptırımlar. Ama devletin atacağı adımların inandırıcı olması için, devletin ulusal ve uluslararası sözleşmelere sadakatini ispatlaması gerek. Örneğin öncelikle çocuk hakları sözleşmeleri dahilinde, aile içi bedensel cezayı yasaklayan kanunlar ve uygulamalar sadece “sembolik” olarak değil, yaptırımları olan bir şekilde hayata geçirilmeli. Şiddet karşıtı eğitimi yaygınlaştırmak, özellikle düşük-orta gelirli toplumlarda ebeveynlerin de daha insancıl ve yapıcı disiplin yöntemlerini öğrenmelerine yardımcı oluyor.

Ebeveyn eğitimi çocuğun sorununu %40 azaltıyor

Bunlar sağlandıktan sonra, hemen ebeveyn eğitimlerine odaklanılmalı. Bu eğitimlerin çalıştığını çok iyi biliyoruz da: Örneğin Güney Afrika’da geliştirilen “Parenting for Lifelong Health” (Ömür Boyu Sağlık İçin Ebeveynlik) gibi ebeveyn eğitim programları 30’dan fazla ülkede denendi; çocuk davranış problemlerinde %30-40 azalma raporlandı. Jamaika kaynaklı Irie Toolbox, 59 dolar gibi düşük bir birim maliyetle anaokulu öğretmenlerinin sınıf içi şiddetini %80 düşürdü.

Bu satırları okuyan ebeveynler, alternatif disiplin yaklaşımları konusunda da kendilerini eğitmeye başlayabilirler. Çünkü fiziksel ceza yerine, çocuğun davranışlarının nedenine inerek ona doğru yönetmeyi öğreten, empati ve problem çözme becerilerini kullanan yaklaşımlar var. Örneğin “timeout” (mola) yöntemi, pozitif pekiştirme, doğal sonuçlar gibi uygulamaların uzun vadede çok daha etkili olduğunu gösteren çok sayıda çalışma mevcut.

Sessiz kalmayın, çocukları korumak her bireyin görevi

Sonrasında okullardaki iklime odaklanılmalı. “Pozitif disiplin” rehberleri, öğretmen performans değerlendirmesine entegre edilip şiddetsiz sınıf yönetimi kriteri hâline getirilmeli. Psikolojik danışman sayısı OECD ortalaması olan 250 öğrenciye 1 danışman seviyesine çıkarılmalı (Türkiye şu anda 879 öğrenciye 1). Okullarda “psikolojik gelişim”, “çocuk hakları” gibi konularda eğitimler verilmesi, ebeveynlik kurslarının yaygınlaştırılması şart. Özellikle köy okulları veya kısıtlı imkâna sahip bölgelerde ebeveynleri suçlamak yerine, onlara destek verecek programlar başlatılabilir.

Devletin atması gereken bir diğer kritik adım da ebeveynlere yönelik destek ve psikolojik yardım. Çünkü ekonomik zorluklarla boğuşan aileler, çoğu zaman çocuk yetiştirme derdine “kendiliğinden” odaklanamayabiliyor. Bu ailelere maddi yardımın yanı sıra ebeveynlik ve psikolojik destek sunmak, döngüyü kırmak için kritik.

Ayrıca biliyorum, bu satırları okuyanların birçoğu elbette çocuklarına şiddet uygulamıyor. Ancak çevremizde gördüğümüz vakalarda ne yapıyoruz? “Bana ne, onlar öyle yetiştiriyor” diye sessiz kalmak, aslında o çocuğun hayatına zarar veren döngüyü sürdürmek anlamına geliyor. Çocukların şiddetten korunması, yalnızca ailenin değil, toplumun her bireyinin sorumluluğu. 


Tüm bedensel cezalar aynı sonucu doğuruyor

Burada altı çizilmesi gereken bir diğer yanlış düşünce de fiziksel ceza ile istismarın (abuse) farklı şeyler olduğu iddiası. Literatürde de bazen “hafif dayak” ile “ağır istismar” arasına bir çizgi çizilmeye çalışılıyor; ama bu çalışmadaki araştırmacıların bulguları fiske, dayak, pataklama, tokatlama ve her türüyle bedensel cezanın aslında aynı şemsiye altında olduğunu gösteriyor. Çünkü öğrenme aracı olarak acı çektirmenin, dozu çok şiddetli olmasa bile çocuğa zarar verdiği çok açık. Dahası, hangi noktanın “hafif”, hangi noktanın “ağır” olduğuna dair de kesin çizgiler yok; ailelerin bir kısmı “Ben sadece hafif vuruyordum” dese bile, çocuğun bu şiddetle başa çıkışı başka türlü gelişebiliyor.

O çocuklar diğer insanları tehdit olarak görüyor

Bu bulgular, sosyal bilimlerde geçerliliği farklı açılardan tekrar tekrar doğrulanmış teorilerin öngörüleriyle de uyumlu. Örneğin sosyal öğrenme kuramı uyarınca ebeveyn dayağı, saldırganlığı problem çözme modeli olarak kodluyor. Sosyal bilgi işleme modelleri, dayağın, çocuk zihninde “Diğer insanlar bana kasıtlı olarak zarar verebilir” varsayımını beslemesine neden olacağını öngörüyor. Bağlanma kuramı, acının güven ilişkisini kemirdiğini; boyutsal zorluk modeli ise tehdidin amigdala-prefrontal ağları üzerinde kalıcı iz bıraktığını öne sürüyor. Tüm bu modellerin gösterdiği bir gerçek var: Erken çocukluk dönemi (yani 0-2 yaş), bu etkiler açısından en hassas pencere; ama “ölçek ilkesi”nin de öngördüğü üzere, daha geç yaşlarda bile şiddetin miktarı, hasarı büyütüyor.

Çağrı Mert Bakırcı- © 2025 Gazete Oksijen-09/05/2025

 
 
 

Comments


©2018 by Felsefe DERS Materyalleri. Proudly created with Wix.com

bottom of page