top of page

Bildiklerimizin doğru olduğunu nasıl bilebiliriz?


Bildiklerimizin doğru olduğunu nasıl bilebiliriz?

Filozoflar uzun süredir, edindiğimiz bilgilerin kesinliğini nasıl bilebileceğimizi sorgulanmaktadır. Normal olarak bildiğimiz her şeyi sınamamız gerekmez, 2 + 2’nin 4 etti­ğini, domatesin kırmızı olduğunu ve Büyük Britanya’nın Avrupa’nın kuzeyindeki bir ada olduğunu biliyoruz. Eğer bir şüphe veya başka bir iddia varsa bu olgular kolaylıkla doğrulanabilir. Ancak yeni bir bilgi edinme sürecinde, öğrendiklerimizin doğru olduğuna güvenme ihtiyacımız vardır ve bazen sorular sormak, okuduklarımızı ya da duyduklarımızı kabul etmekten daha faydalı olabilir. Bir şeyin doğru olduğu açık seçik ortada bile olsa, bazen so­runu kendimizin sınamaya tabi tutması gereklidir.

Bir önermenin doğru olup olmadığının kanıtlanması karmaşıktır ve ustalık gerektiren bir süreçtir ve öner­meyi doğrulamak için kullandığımız yöntem çok önem­lidir. Genellikle, bir düşüncenin doğruluğunu kendi göz­lemlerimizi ve tecrübemize dayanarak sınarız. Eğer duy­duklarımız, keşfettiğimiz durumla uyumluysa, çoğun­lukla bunun doğru olduğunu kabul ederiz. Bilgimizin “doğruluğunun bizimle aynı fikirde olan kişilerin sa­yısı tarafından belirlenmesi zorunlu değildir: Çoğunluk da yanılıyor olabilir. Yani, bir düşüncenin doğruluğu­nun sınanması sürecinde kaç kişinin bu görüşü savunu­yor olduğu bir doğrulama metodu olarak güvenilir bir yöntem değildir. Bir diğer yöntem ise kelimelerin anla­mını dikkate almaktır. Felsefeci ve yayıncı C. E. M. Joad (1891-1953) İkinci Dünya Savaşı sırasında BBC’nin popü­ler radyo programı The Brains Trust’a katılmış ve sorulan sorulara giriş niteliği taşıyan ve herkesin diline dolanan sloganıyla meşhur olmuştu: “Her şey ne demek istediğine bağlı.” Her ne kadar abartılmış olsa da, Joad’ın nitelemesi önemlidir. Bildiklerimizin doğru olduğunu bilmek tama­men dilin kullanılışı ve yorumlanışına bağlıdır. Bilginin doğrulanması konusu, en önemli savunucuları Bertrand Russell (1872-1970) ve Ludwig Wittgenstein (1889-1951) olan Viyana Ekolü tarafından oluşturulan felsefe ekolü­nün ana konularından birisiydi. İki felsefeci de kelime­lerin anlamının ve dilin yapısının, bir önermenin doğru olup olmadığını belirlemek için yöntem olarak kullanıl­ması konusu üzerinde çalışmışlardı. Wittgenstein dil ol­madan hiçbir şey yapamayacağımızı, tüm düşünceleri­mizin dil ile oluşturulduğunu ve gerçekliğin birer resmi olduğunu ileri sürüyordu. Gerçeklik dünyadaki olgula­rın toplamı olarak tarif ediliyordu, bu yüzden doğrula­maya tabi olmayan bir gerçeklik, örneğin Tanrının var­lığı, hakkında konuşmak anlamsızdı. Kavram, dünya­nın olgusal bağlamına ait olmadığı için ona ait bir dil yoktu ve bu nedenle zihinde herhangi bir imgesi yoktu.

Yunan kuşkucuları bilginin kesin olamayacağını söy­lüyorlardı. Onlar için bilgi asla bir kesinlik bildirmez, sadece olasılık ifade edebilirdi. Bunun için tıbbi bir du­rum hissi veren bir kavramları vardı; “kavranılmazlık.”

Kaynak: 80 Felsefi Soruya..-G. Benedict

632 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page