Yüzerken karşılaştığı her deniz canlısına, "Sürekli anlatılan şu büyük okyanus nerede?" diye soran balığın hikâyesini duymuşsunuzdur. Kısa bir hikâye ama içinde çok büyük bir mesaj gizli.
Biz de aslında o balığa çok benziyoruz.
Düşünsenize, yeni doğmuş bir bebeğe bakan herkes inanılmaz bir mucize diye düşünmeden edemez. Ancak, en son ne zaman bir yetişkine bakıp aynı şeyi düşündünüz? Neden düşünmeyesiniz ki? Her yetişkin bir zamanlar bebekti. O halde bebekler mucizeyse, yetişkinler de öyle. Ancak, hiç böyle düşünmememizin basit bir nedeni var: İnsan görmeye o kadar alıştık ki, artık üzerinde düşünmüyoruz.
Ya da diyelim ki elinizden kaşığınız kaydı ve yere düştü. Neden yere düşüyor ki? Teorik olarak havada asılı kalamaz mıydı veya niye yukarı doğru hareket etmedi ve "yerçekimi" nedeniyle tam olarak nasıl yere düşüyor? Kaşık ve yeri bir birine bağlayan ipler de yok. Nasıl oluyor da zemin belli bir mesafeden kendisiyle herhangi somut bir bağlantısı olmayan bir şeyi kendine çekebiliyor? Neden bir şey düşürdüğümüz her an durup, "İnanılmaz bir mucize!" demiyoruz?
En sıradan şeyler bile bir hayat boyu cevap aranacak sorular içerir, iş o soruları sormaya başlamakta.
Çocuklar bu soruları sormayı biliyorlar. Verdiğiniz her cevap karşılığında başka bir "Neden?" sorusuyla karşılaşırsınız. E, biz de bir zamanlar çocuktuk. Şimdi tek yapmamız gereken içimizdeki çocuğu, içimizdeki filozofu, tekrar ortaya çıkarmak. Birkaç saniyeliğine sıradan alışkanlıklarımızın dışına çıkmalı ve derin düşünceler okyanusuna dalmalıyız. Düşünmeye başlama zamanı geldi.
Kaynak: Her Gün 60 Saniye Felsefe, Andrew Pessin, Omega Yayınları, 2011
コメント