top of page

Bilebilecek veya anlayabileceklerimizin bir sınırı var mıdır?


Bilebilecek veya anlayabileceklerimizin bir sınırı var mıdır?

Bilim adamlarının, aynı anda evrenin kökenini ve tüm yaşamı açıklayacak bir teori ve tüm yaşamı birleştiren bir formül aradıkları bir çağda, bilinebilecek her şeyi bilebilmemizin imkânlar dâhilinde olduğunu varsayabili­riz. Zamanın Kısa Tarihi adlı eserde Stephen Hawking (d. 1942) amacın “içinde yaşadığımız evrenin tam bir açıklamasından azı olmadığını” açık bir biçimde ortaya koyuyor ama şu an için, tek bir bütün halinde ele alınıp alınamayacağım görmeden önce problem, görecelilik ve kuantum gibi iki bölüme ayrılmak zorundadır.

Muhtemelen çoğumuz en büyük soruları gökbilim­cilere ve astrofizikçilere bırakmaktan memnuniyet du­yuyoruz. Bugün, insanoğlu daha önce asla olmadığı ka­dar bilgiye sahip ama bildiklerimiz kolektif bir sürecin sonucu, yani her çağdan ve kültürden sayısız insan, top­lamda sahip olduğumuz bilgilere katkı sağladılar. Jung’ın ifadesinin bir taklidi gibi, bizim edinilen bilgilerin olağa­nüstü genişliğine ve derinliğine rağmen, her şeyin bilgi­sinden oldukça uzakta kalan kolektif bir bilincimiz var­dır. Bilgimizin bir sınırı olmadığı önermesinden hare­ket etsek dahi tecrübemizin bize tersini söylemesi ya da başka bir ifadeyle, her şeyi bilebilme ve anlayabilme olanaklılığının zaman, insan beyninin niteliği ve büyük­lüğü tarafından engellendiğini ve sahip olduğumuz bil­gilerin, radikal bir uyum ve değişimi gerektirdiğini gös­termesi muhtemeldir.

Bilginin azı tehlikeli ise, tehlikeden uzak kalacak kadar çok şey bilen kişi nerede?”

T. H. HUXLEY (1825-1895)

Çalışan yegâne aracımız beynimizdir ve milyonlarcası bir arada aynı biçimde çalışsa da, beyin fonksiyonlarının iş görme biçimi, herhangi bir alanda neleri elde edebile­ceğimizi belirlemektedir. Beyin, yaşayan bir organizma­dır ve tıpkı diğerleri gibi fiziksel problemlere maruz ka­lır. Otonom bir yapıya sahip değildir çünkü doğru düz­gün iş görebilmesi için enerjiye ihtiyacı vardır ve bede­nin sağlık koşullarına ve özellikle de bilgiler aldığı ve işlediği duyu organlarına bağımlıdır. Örneğin, gözlerde ya da kulaklarda meydana gelen bir bozukluk beyne gi­den sinyallerin niteliğini etkileyecektir.

Şüphesiz ki, herhangi bir zaman diliminde öğrenme ve anlamamızın bir sınırı vardır. Eğer ileride evrenin kö­keni hakkında, tam bir bilgiye sahip olursak, öğrenme süreci muhtemelen hatırı sayılır büyüklükte bir zaman diliminde gerçekleşecektir. Amaca ulaşıldığında neler olacağını kestirmek oldukça güçtür çünkü toplumların ilerlemesini sağlayan şey bilgi arayışı olmuştur. Bu o ka­dar temel görevdir ki, bilme ihtiyacının insan evriminin güdüsü olduğu kolayca söylenebilir. Bu tartışmayı farklı uygarlıkların yükselip yok olmalarıyla kaybolan bilgi­lere atıfta bulunmadan kapatamayız. Eğer her şeyi bile­ceksek, bilginin öğrenme sürecinin bir parçası olduğunu bilmemiz gerekir. Bu zaman zarfında da her şeyi bilmek, belki de en iyisi Tanrıya bırakılması gereken bir niteliktir.

Öğrenme alçakgönüllü bir işlemdir ve bilgi öznesi üzerinde ve evrenin genişliği ve kökenlerini anlamada kendimizi “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” di­yen Sokrates (MÖ y. 469-399) ile aynı fikirde bulabiliriz.

716 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page