Felsefeciler bilgeliği genel olarak bilgiyi en iyi kullanabilme kapasitesi olarak kabul ederler ve çağlar boyunca bilgelik bir şahısta vücuda gelmiştir. Batıda, sanatta ve şiirde bilgelik, tanrıça “Sofia”dan gelir. Antik Yunan sofistleri bilgeliği kazanç karşılığı öğretmeyi önerirlerdi; Eski Ahit’te altı “Bilgelik” kitabı bulunur ve Helenistik dönem Yahudi filozoflarından Philon (MÖ 20 - MS 50) Yuhanna İncilinde de yer alan logos kavramını Platoncu ve Yahudi bilgelik kavramlarını uyumlu hale getirmek amacıyla kullanmıştır. Hristiyanlığın tüm formlarında ve Yahudi kabalasında Sofia mistisizmin ana unsurudur. Budistler için Sanskritçe bir kavram olan ve bilgelik olarak tercüme edilen prajna, Mahayana geleneğinin kurucu kavramlarından birisine atıfta bulunarak, dolaysız tecrübe edilen sezgi ya da sezgisel anlayış olarak anlaşılabilir. Bu, kavramsallaştırmanın ötesindedir, boşluk görüsünün çekirdeğidir ki bu da gerçekliğin hakiki doğasıdır. Aynı şekilde, bilgelik aydınlanmayla eşit sayılmıştır ve budhalık düşüncesinin alametlerinden biridir.
Bilgi ve bilgelik arasındaki ilişki konusundaki tartışmalar genellikle bu ikisini karşıtlarmış gibi gösterir ama anlamsal düzlemde herhangi bir çelişki yoktur. Bir insan birçok bilgiyle yüklü olup bilgelikten yoksun olabilir ama eğer bilgeyse çok bilgili olacaktır. Bilgi öğrenilen bir şeydir, bilgelik ise tecrübeyle kazanılır ve ikisi ayrılmaz bir biçimde birbirleriyle alakalı olduklarından, bilgelik, bazı açılardan kendini dışarıda tutar. Herman Hesse (1877-1962) şöyle söyler: “Bilgi aktarılabilir ama bilgelik aktarılamaz. Kişi bilgeliği elde edebilir, onu yaşayabilir, onunla güçlenebilir, onun sayesinde olağanüstü işler yapabilir ama onu başkasına aktaramaz ve öğretemez.” Hem bilgelik hem de bilgi, anlama yetisi gerektirir ve ikisi de zekâ ile ilişkilidir fakat değerleri ve yaşamdaki rolleri çekişme halindedir. Eğitimde bilgi sayısız olgunun ezberlenmesi ve içselleştirilmesine bağlıdır: Öğrencilerin girdikleri uzun süreli sınavlar ve testlerde başarılı olabilmeleri için konular hakkında bilgi sahibi olmak zorunludur. Bize bilgiyi uygulamamız öğretilir ama bu, bilgiyi hayata uygulamaktan çok bilgiyi bilgiye uygulamak anlamına gelir. Bir insanın değerinin ölçüsü sadece bilgisinin çapıyla değil, aynı zamanda bu bilgiyi ne hızla hatırladığıyla da ölçülür. Birçok ünlü radyo ve televizyon programının amacı bir insanın ne kadar bilgi sahibi olduğunu test etmektir. Sonuçlar olağanüstüdür, biz de arkamıza yaslanır insanların fevkalade hafızalarına ve Aziz Augustinus (MS 354-430)’un “geçici şeylere dair rasyonel bilgi” olarak adlandırdığı şeyleri ne kadar hızlı hatırladıklarına hayranlıkla bakarız.
“Bilgelik, daima iyi olmayacak bir şeyin iyi olmasına müsaade etmez, kendi içindeki mutluluktan başkasına ihtiyaç duymayandan başka hiç kimse mutlu olamaz, kendisine hâkim olmayan hiç kimse büyük ya da güçlü olmayacaktır.”
SENECA (MÖ y. 3 - MS 65)
Öyleyse bir kişideki rasyonel bilgi ve bilgelik arasındaki farkı nasıl idrak edebiliriz? Birisinin gayet uygun ya da akıllıca olduğunu düşündüğümüz bir tavsiyede bulunduğunu duyarız ancak bir kişinin sürekli mantıklı olduğundan emin olmak, hoca ve öğrenci, mürit ve guru gibi bir ilişki gerektirir ve bu gibi ilişkilerde bilgeliğin yoğun bir bilgi ve tecrübe kaynaklı olduğunu fark ederiz. Bilgelik sadece aklın ve zekânın becerilerinden kaynaklanmaz, aynı zamanda duygular irade ve maneviyattan da faydalanır, yine de her zaman bilgi ile temellendirilir. Ancak sadece bilge bir dinleyici duyduğu bilgeliği idrak eder: “Bilgeliği anlamak bilgelik gerektirir; eğer dinleyici sağırsa müzik hiçbir şeydir” (Walter Lippmann, 1889-1974).
Komentáře