top of page

Gerçek diye bir şey gerçekten var mı?


Gerçek diye bir şey gerçekten var mı?

Bir şeyin doğruluğunu nasıl be­lirleyebileceğimiz hakkındaki sorumuz kaçınılmaz ola­rak “Hakikat” kavramına dokunuyor. Genel anlamıyla bir şeyin “gerçek” olması için bir olguya ya da gerçek­liğe karşılık gelmesi gerekir. “Doğru” ve “gerçeklik” bir­birine çok yakın kavramlardır fakat eşanlamlı değildir­ler. Bir ifade, gerçek ya da doğru ya da ikisi birden ola­bilir. Eğer gerçekse, aynı zamanda doğrudur ama bir ifa­denin doğru olması onun zorunlu olarak gerçek olduğu anlamına gelmez. Ay’da, Antarktika’da ya da Taşkent’te olmadığımı ispatlayabilirim; o mekânlarda bulunmadı­ğımı ileri sürebilirim. Başka bir yerdeyim, eğer başka bir yerdeysem burada değilim. İfadem, bir kelime oyunu ola­rak doğru ama gerçek değil.

Bir şeyin doğru olup olmadığına kafa yorduğumuzda onu, en güçlü kanıta karşı bile, “bize göre” doğru ya da yanlış olarak nitelendirebiliriz. Tecrübesi olan insanın, kanıtı olan insanın merhametine mahkûm kalmayacağı söylenir. Eğer başımın ağrıdığını söylüyorsam, kimse aksi bir görüşü temellendiremez. Bu da bir şeyin tama­men doğru olup aynı zamanda da nesnel olabilirliği ve daha da ötesinde doğrulanamaz bir şeyin gerçek olabi­lirliği sorusunu ortaya çıkarıyor. Biz ispatlayamasak bile bir şeyin gerçek olduğunu, kesin olarak bilebileceğimizi dikkate almak önemlidir. Komşumun penceresini kimin kırdığını bilebilirim ama bu gerçeği hiçbir biçimde is- patlayamayabilirim.

Yukarıdaki alıntı İsa’nın manifestosunu tanımlıyor: Bize, hakikate tanıklık etmek için geldi. Tanıklık zorunlu bil­gileri ve yetkiyi gerektirir ve dört bölüm önce Yuhanna İsa’nın hakikat olduğunu iddia ettiğini yazıyor (Yuhanna 14:6). İsa’nın tanıklık ettiği hakikat neydi? İsa’nın öğre­tilerini anlamamıza ve yorumlamamıza rağmen, temsil ettiği gerçekliğin mutlak ya da nihai olabilmesi, haya­tın anlamını ve amacını sonsuzluk bağlamında düşün­memizi gerektirir. Tüm dinler, Wittgenstein’ın anlam­sız olarak tanımladığı, hakikatin bağlamlar düzlemin­deki gerçekliğinin ötesindeki mutlak bir gerçekliğe ta­nıklık ederler. Alman teorik fizikçi Werner Heisenberg (1901-1976) “Saf aklın mutlak bir hakikate ulaşması hiç­bir zaman mümkün olmayacaktır” demiştir.

O halde, saf akıldan başka, “gerçek” dünya olarak dü­şündüğümüz şeyin parçası olmayan hakikate ulaşmak için kullanabileceğimiz başka bir şeyimiz var mı? Mantık fi­lozoflarını bir kenarda bekletirsek, düşünme, sezgi, inanç ve aydınlanma ile daha yüce bir hakikate ulaşacağımızı iddia eden birçok kişi vardır. Birçok dini gelenek, yandaş­larına İsa’nın tanıklık edeceği hakikatin kendi içlerinde bulunabileceğini ileri sürerek kendi içlerine yönelmeyi tavsiye eder. Zen Budist Bilge Dogen Zenji (1200-1253) şöyle sorar; “Eğer hakikati olduğun yerde bulamıyorsan, nerede bulmayı umuyorsun?” Bazıları Gustave Flaubert (1821-1880)’in savını daha rahatlatıcı bulacaklardır; “Ha­kikat diye bir şey yoktur. Sadece algı vardır.” Başkaları ise Sri Ramana Maharshi (1879-1950) gibi şöyle diyebi­lir; “Hakikat diye bir şey yoktur. Sadece anlar içindeki gerçeklikler vardır.”

1.573 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page